Psikolog Gözünden “Kırmızı Oda”
Son dönemlerde hepimizin yakından takip ettiği, bizi ekran başına kitleyen, Yazar ve Psikiyatrist Gülseren Budayıcıoğlu’nun Madalyonun İçi adlı eserinden uyarlanan, “Kırmızı Oda” dizisini profesyonel bir kalemle incelemeye ve merak ettiklerinizi yanıtlamaya geldik! Acaba gerçek hayatta seanslar nasıl gerçekleşiyor, hangi konuları dikkat ediyoruz, takip ettiğimiz etik prosedürler neler?
İlk bölümden itibaren herkesin üzerine oldukça konuştuğu kahve sahnesiyle başlayalım; ilk bölümünde, terapi odasında bir kahve sahnesi izliyoruz. Ortamı yumuşatmak ve bir bağ oluşturmak adına kahve ikramı teklifinde bulunuyor terapist. Biz, bu alanda çalışan profesyoneller olarak bir ikramda bulunmayı içten istiyor olsak bile zaman zaman bu durum bir problem yaratabilir, aynı dizide izlediğimiz gibi… Dolayısıyla, burada önemli olan bir ikramda bulunmaktan ziyade danışanın mahremiyetini ve gizliliğini korumak. Bu konuya dikkat ettiğimiz müddetçe etik açıdan bir ihlale sebep olmayız.Danışan bir katarsis anındayken baş örtüsünü çıkarmış bir şekilde oturuyorken asistan hanımın odaya kahveyle girdiğini görüyoruz. Niyet güzel olsa dahi etik çerçeveden danışan gizliliği ve mahremiyeti ihlal edilmiş oluyor…
Seanslarımızda danışanımıza sarılıyor ve bazen mimiklerimizle duygu yansıtmaları yapıyor muyuz? Kimimiz yapıyor, kimimiz yapmıyoruz. Peki bu hangi duruma göre ayrışıyor? Öncelikle bu durum terapistin hangi ekolu takip ettiğine bağlı olarak ayrışıyor. Örneğin, Bilişsel Davranışçı Terapi ve Analitik Terapi çalışan meslektaşlarımız daha yalın ve mesafeli bir terapi yöntemini takip ederken, Şema Terapi kullanan meslektaşlarımız danışanın ihtiyacına göre zaman zaman bu aktarımları yapabiliyor. Burada önemli olan, danışanın ihtiyacına ve iyileşme sürecine pozitif bir etki yaratıp yaratmadığı. Eğer sarılmamız veya mimik aktarımı yapmamız danışanın iyileşme sürecine “iyi” gelecekse veya anlamlı bir katkıda bulunacaksa bu ekol çerçevesinde ilerleyen terapistler tarafından kullanılabilir.
Bir diğer konu, dizide ilk seans itibariyle bir terapötik bağ kurulduğunu görüyoruz. Terapi uzun bir süreçtir. Danışanla aradaki terapötik bağın kurulması seanslar alabilir. Dolayısıyla bu bağ kurulmadan da dizide izlediğimiz “Meliha” gibi hikayenin en derinine ilk seanstan girilmesi pek mümkün değildir… Fakat “Alya” ile olan seanslar ve bağın henüz kurulmaya devam ediyor olması daha gerçekçi bir perspektif olarak kabul edilebilir.
Aslında her şeyi bir kenara koyduğumuzda izlediğimiz şey bir dizi. Bireysel olarak izlerken kendi yolculuğumuza dönebileceğimiz; travma nedir, geçmiş yaşantılarımız şimdiki hayatımızı nasıl etkilerin bir parça olsun cevabını bulabileceğimiz, bir çocuğun büyüdüğü ev ortamın nelere etki ettiğini görebileceğimiz, hep bastırdığımız ve düşünmekten kaçtığımız sorunlarımıza ayna tutabilecek bir proje olduğu fikrindeyiz.
Hem belki bazı “şeyleri” normalleştirirsek, konuşmaya cesaret de buluruz. Konuştukça ve kendimizi keşfettikçe bakalım nerelere gideceğiz…
En azından bu tarz dizilerin, toplumumuzda hala bir tabu olan “psikiyatriste ya da psikoloğa gitmek” kavramını zamanla hepimiz için normalleştireceğine inanıyoruz ve temenni ediyoruz.
Psikoevim Ailesi
Add a Comment